Patron Riski Mülk Edinendir

Patron olmanın bir havası var mıdır? Yani, yok değil. İstediğin saatte kalk, istediğin kadar çalış, istediğin saatte paydos, nerede istiyorsan orada…

Değil mi?

Hayır değil.

Patron olmak, bilhassa da girişimci, kurucu patron olmak bazı açılardan berbat bir deneyimdir. Hele ki tesadüfen bir anda tutan bir fikri, tesadüfen karşınıza çıkan doğru insanlarla, doğru zamanda, doğru yerde yapmıyorsanız… İnsanlar hep o tesadüflerin eseri olan, başarıyı mermi hızında görmüş girişimleri konuşurlar. Bu da insanlara “patron olmak basitmiş, olunca da havalıymış” izlenimi verir. Siz bir de onu diğer patron gibi patrona sorun hele. Ne kadar kolay başarılı patron olmuş, ağzınız yüzün yara bere içinde dağılınca ne kadar havalı kalabiliyorsunuz?

Neticede patron olmak bedel ödemektir; patron olmak konfor değil, bedel yönetimidir. Herkes sanır ki neticede sahip olunanlar basit bir şirket kurarak oluyor. Ama tabi hazır sistemin içine girince, çalışan mekanizmaların nasıl işlediğini görünce; o mekanizmaları kurmanın, ortada hiç bir şey yokken bilinmezlik içinde neyi nasıl yapacağınızı çözmenin zorluklarını anlayamazsınız. Sonra o bilinmezlikleri aşmaya çalışırken kaybettiğiniz para, o parayla birlikte kaybolan huzur, iç dengeniz… En basitinden kimileri arkadaşlarını göremez, ya onlarla takılacak parası yoktur ya da zamanı. Kimileri hobilerine vakit ayıramazlar, tatillere çıkamazlar, çocuklarının eğitimlerinden kısmak zorunda kalırlar, öğlenleri yemek yememeyi alışkanlık edinirler.

Bunlar bir yana bir düzen kurabilmek de ayrı zordur. Kimileri garanticidir, zorlandıkları anda bırakıverirler. Bu yüzden de girişimciliği tatmış çoğu iş insanının hayatlarının sonlarında bir düzen kuramamış olduklarını görürsünüz. Çok girişimci bir ruhtur o; pek çok iş yapar ama iş zorlaştığı anda itibarını korumak, sermayesini elde tutmak adına devam etmezler. Halbuki kendini piyasaya kanıtlamış bir düzen kurabilmek böyle midir? Sistemin devam edebilmesi adına, kazandığı o paranın erimeye başladığını göre göre durmazlar, işi kapatmazlar. O sırada borç, harç birikir de durur. Ne piyasaya verdikleri sözler kalır, ne itibar. Uçurumun kenarından dönerler. Dönemeyenlere ne olur, bilir misiniz? Az konuşulur bu mesele ama bir zamanların kendisine güvenilen iş insanı bir anda dolandırıcı oluverir. O piyasaya takıp giden iş insanlarının önemli bir kısmı, yola dolandırıcı olmak için mi çıkarlar sanıyorsunuz? Öyle mi hayal etmiştirler?

Şimdi bir de patron denilen insan türüne başka bir açıdan bakalım. Şöyle kabaca bir varsayımda bulunalım. Diyelim her 100 kişiden 10’u kendi işinin sahibi olsun. Sonra bu iş sahiplerinden %30’u önemli sayıda ekip çalıştırıyor olsun. Bunların da %10’unun işi, başarılı bir seviyeye gelmiş olsun. Kaç yaptı? Binde üç (3/1.000). Bu oranları bu bahsettiğimden yukarı çıkaramazsınız, daha bile alttadır. Farkında mısınız, işini büyütmüş bir patronun ne olup bittiğine dair etrafında örnek alabileceği, fikir paylaşabileceği insan sayısı ne kadar az? Öyle bile olsa her patronun işi farklı, aynı endüstride aynı müşteri kitlesine hitap etse dahi iş yapma şekli farklı. Neticede şunu bilirim ben: patron yalnızdır.

Düşünün ki profesyonel bir çalışanın görmeyeceği bir sorun ile yüzleşmek, cesaret gerektirecek kararlar almak zorundadırlar. Profesyonellerin görmediği riskleri patron, düşünmeden alır, çıplak yaşar. Çoğu insan yıllarca çalışıp ev alırken; girişimci, garantisi olmayan bir iş için evini satar. O evi yerine koymak yıllar alır, tabii iş gerçekten tutarsa.

Bu yazının amacı patronu acındırmak değil, tabloyu netleştirmek. Acınmak isteyen, patron olmasın. Patron zihniyeti antik çağların savaşçı komutanlarının zihniyetidir. Patronluk özgürlük değil, riskin mülkiyetidir.

Bütün bu zorluklar ve normalde olmaması gereken şeylerle baş etme yılları sonrasında patronlarda şemalar oluştuğunu görürsünüz. Aşırı Sorumluluk (Kendini Feda Şeması) görülür mesela. Hep başkalarının yükünü üstlenirler, kendi ihtiyaçlarını en sona bırakırlar. Mükemmeliyetçilik (Yüksek Standartlar Şeması) baskındır. Her şeyi kusursuz isterler, ufak hatalara bile sert tepki verirler. Sürekli hatalardan dolayı para kaybetmişlerdir ve o herkesin tercih etmeyeceği hayatı yaşamak zorunda kalmışlardır. Kötüye Kullanılma Şeması sık görülür ya da. Müşteri kazanmak için sürekli özverili olunması gerektiğinden, çok vermiş, az almışlardır. “Herkes benden faydalanmaya çalışıyor” diye düşünür, bu yüzden temkinli ve mesafeli olurlar. Dayanıksızlık (Felaketçilik Şeması) etkili olur. Sürekli kötü senaryo bekler, “her an batabiliriz” kaygısıyla hareket ederler.

Bu düzen yükselmelerini sağlamıştır sağlamasına da, geldikleri noktadan genelde ileri gidemezler. O yorgunluk, neticesinde de kazanılan servet ile artık daha mücadele etmek istemez insan. Kazandık ya artık, önceden yapamayacaklarımızı yapıyoruz ya, daha zorlamayacağım der. Ama kazın ayağı öyle değildir. Sadece para kazanmış olmak, serveti edinmiş olmak yetmez. 30 kilometre gibi uzun bir mesafe koşmuş olmak maraton tamamlandı demek değildir. Maraton 42 kilometredir.

Peki nedir daha kalan ve başka yapılması gereken?

İşin kendinizden sonrasını düşüneceksiniz. Bugün sizi ayakta tutan irade yarın sizi rehin alacaktır, o yüzden patronu yormayan bir düzen kurmak zorundasınız. Patron orkestrada şef olacak, enstrüman çalmayacak; sahnede ise sistem konuşacak, solfej, armoni, notalarla. Planlı programlı çalışılacak. Aynı gün, aynı saat, aynı masa; belirli rakamlar, belirli görevler… Kim hangi kararı alır, nerede durur, neyi imzalar belli olacak. İyi niyet, güven, “bu bizdendir” anlayışı yemez.

Aileyle şirketin defterini ayıracaksınız. Akrabalık evin salonunda, mutfağında; iş ise şirkette, toplantı masasında. Rol, yetki, sorumluluk tartışılmaz hale gelecek; temettü nasıl dağılır, miras nasıl aktarılır, aile meclisi nerede toplanır, şirketten bağımsız nasıl denetler, açık seçik yazılacak. İnanın o gün huzur gelecektir, çünkü sıkı kurallara bağlanmış ilişkiyi duygular kolay kolay bozamaz. Yarın bir gün “ben öyle dememiştim” cümlesi sistemin içindeyer edemez çünkü konular enine boyuna konuşulmuş ve konuşulanlar yazılmıştır.

Organizmanın iskeleti net olacak. Kimin işinin adı ne, çıktısı ne, ritmi ne, hangisi hangi karara hizmet ediyor… Toplantılarda netlik olacak, karar alınacak, kurumsal muhabbet edilmeyecek. Nakit akışı net hazırlanmış tablolardan okunmalı; bakınca haftaları, ayları göremeyen patron karanlıkta koşuyordur. Bugün iş dönüyor diye rahatlamayın. Yazılmamış kural yarın bir kriz sebebidir.

“Bunlar kolay değil” diyorsanız haksız değilsiniz, ama mümkündür; bedeli uzundur. Hem yapan nasıl yapıyor? Sakın bana “bizim işimiz zor, diğerlerine benzemez” demeyin. Hayatımda “bizim iş kolay, diğerlerine benzer” diyen patron duymadım.

Biraz daha gayret edip kendinizi yetiştireceksiniz. Kitapları açacaksınız, eğitimlere gireceksiniz, not tutacaksınız, deneyeceksiniz, yanlış yapacaksınız, düzelteceksiniz. Kaleminizi keskinleştirmeden imza atmayacaksınız. İşi iyice öğrenene kadar sabrı ve disiplini bırakmayacaksınız; paradan önce zihninizi sermaye edeceksiniz bu yola.

Kendinize bir tarih koyun. Üç yıl sonra, beş yıl sonra bir gün, bir ay boyunca ortadan çekileceksiniz. O ay şirket tökezliyorsa sisteminiz yoktur; yeniden kuracaksınız. Tıkanmadan akıyorsa patronluk yerini bulmuştur; sisteminiz işinizi sürdürüyor demektir. Bu, konfor değil; sorumluluğun doğru adrese teslimidir. Çünkü patronluk özgürlük değil, riskin mülkiyetidir; mülkiyet de ancak kuralla korunur.

Buradan sonrası sizin göreviniz.

Sevgiler,

Tunç Vidinli

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir