
Lüks ile zenginliğin gerçek anlamının karıştığı bir çağda yaşıyoruz, arkadaşlar. “Zenginlik nedir?”, “Lüks nedir?”. Bunu sorun, “Bu kaç para?” diye sormadan önce. Burada mesele kavramların kendisinden çok, bu iki kavramın birbiriyle kurduğu ilişki. Kaldı ki zamanı yönetemeyen biri için lüks, parayla alınan bir şey değil elinden sürekli kaçan bir hisse dönüşür. Bugün dünyada az çok servet sahibi pek çok insanın pek çoğunun kolundaki 20.000 dolarlık bir saati lüks diye tercih etmesi tesadüf değil. O saat midir lüks olan ya da zenginliğin göstergesi. Orijinalinden ayırt etmesi imkansız taklitleri zengin saydığınız insanların bileklerinde.
Burada üç rasyonel durum var ve bunların hiçbiri gerçek lüksle ilgili değil. Ve neredeyse tamamı usta pazarlama yöntemleriyle kurgulanmış sosyal sinyal.
Birincisi, simgesel statü. Bir kıyafetin ya da mücevherin üzerindeki logonun görünürlüğü, bir terzinin el emeğinden daha önemli sayılıyor. Gösteriş ekonomisi dediğimiz alan, yani Thorstein Veblen’ın “ayırıcı tüketim” diye tarif ettiği mantık tam olarak bu. İnsanlar çoğu zaman kalite satın almıyor, prestij ve statü zannettikleri o işareti satın alıyor. Bu işaret, kalabalıklara “Ben bu sınıfa aitim, ben ayrıcalıklıyım” diyor. Ama bu işaretin, gerçek ustalıkla, iyi terzilikle, uzun ömürlü malzeme ile, zamansız zevkle ne yazık ki son dönemlerde ilgisi pek kalmadı.
İkincisi, gerçek ustalık zaman ister. Terziyi düşünün. Ölçünüz alınır, prova yapılır, tekrar denenir. Beden ölçünüz ile birlikte, hayata bakış açınız da detaylandırılır. Oysa modern zenginlik artık hızı gerektirmeye başladı. Ya da size öyle anlatılıyor. Zira gerçekten varlıklıysanız zamana da sahipsinizdir. İşinizde sizin için, siz oradaymışsınız gibi koşuşturan bir sistem vardır. Zaman da size kalır. Terzinize gider, diğer hazır satılanına ne kadar pahalı, ne kadar yüksek markaymış gibi görünür olursa olsun para vermez, diktirirsiniz. Usta işçilik, hız değil detaylara önem vermeyi gerektirir. Demiyorum ki bütün kıyafetleriniz terziden çıksın, ama arada da o zaman alan ustalığın tadına varın.
İşte bu hız gerektiren çağda da siz patron olarak özgür değilsiniz, zamanın kölesisiniz. Modern kölelik kavramına bir de buradan bakın. Zaman baskısı altında yaşayan sadece para miktarı artmış ama hayatını hala koşturmaca içinde sürdüren biri için hızlıca alınmış “markalı” kıyafet zahmetsiz bir statü çözümüdür. Kimi zaman da lüks deneyim yaşamak için değil lüks algısı göstermek için seçilir.
Üçüncüsü, kültürel körlük, yozlaşmışlık ve eğitimsizlik. Bugünün popüler zengin profili, babalarımız, dedelerimiz gibi zanaat kültürüyle büyümüyor. El işçiliği, ustalık, malzeme bilgisi, zamana dayanan kalite algısı… Bunlar çoğu insanın yaşamına hiç girmemiş durumda. Zanaatın dilini bilmeyen için lüks çoğu zaman reklamda gördüğü, sosyal medyada paylaşılan, başkalarının alkışladığı şey. Kendi zevkini bir kültür içinde eğitim ile inşa etmemiş insan, pazarlamanın ona öğrettiği zevki tüketir.
Bu yüzden bugün 10.000 dolarlık bir hazır ürünü belki onun dörtte birine satılan ince işçilikli diğerine tercih eden kişi çoğu zaman lüks taşımaz, lüksün pazarlama ile şişirilmiş taklidini taşır. Çünkü terzilik, ustalık, malzeme ve kişiye özgü işçilik tarihsel olarak hep lüksün tarafındaydı. Benim için hala da öyle.
Bugünkü “trend zenginliği” ise büyük ölçüde pazarlama tarafından eğitilmiş bir zevk. İnsanların lüks algısı bile bir suni. Gerçek lüksün bazı temel bileşenleri vardır: miras, köken, kıtlık, ustalık ve kişiye özgülük. Bu gibi şeyler yoksa fiyat ne olursa olsun o ürün lüks değildir, sadece o değeri etmeyecek derecede pahalıdır. Yani sistemi olmayanın hayatında lüks hep başkalarının üzerinde gördüğü oluyor, kendi yaşamında bir türlü yer bulamıyor.
Ben konuya böyle bakıyorum. Siz ne düşünüyorsunuz?
Sevgiler,
Tunç Vidinli